30 Ağustos 2011

yeniden aynı göğün altında...

buram buram melisa burnumda. bazen rüzgarın esişiyle iyice ağırlaşıyor koku bazen de derinden gelen bir haz gibi koklamak için çaba sarfetmemi istiyor.

yine İda'nın eteklerindeyim. bu son otuzaltı saatte ikinci çağrı ve benim ona boyun eğmem. göğün yıldızları altında sessizliğe kulak veriyorum.

onur caymaz'ın son kitabını okudum ida'da. hikaye'den çocuk...  ve galiba en doğru yeri seçmişim delicesine satırlarına gömülmek düşler kurmak için.

içten yazılan o satırlar bazen gözyaşı damlalarına dönüştü bazende dudağımda hafif bir gülümsemeye...

şair iyi şiir yazan değil hayatı düş ile birleştirerek geleceğe bırakandır bence ve okuduğum kitap iyi bir şair tarafından yazılmıştı...

24 Ağustos 2011

günden kamerama kalanlar

dalından taze narlar


ölümsüz zeytin...ida'dan


ve Ege'ye karşı...

İDA

ida...fısıldıyor...gecenin içinden

egenin hafif esintisi geliyor yunan ellerinden. denizin taşıdığı iyot kokusu burnumda ida'da. zeus'un sırtında europayı taşıyıp bıraktığı topraklardayım. gece fısıldıyor. kadim topraklar.yaşanmışlıklar ida'nın içine sinmiş. ne siyanür ne de toprak kazıcılar çıkartabilir bu ruhu. sadece insan anlar onun fısıldadıklarından.




cundayı arkada bıraktık ve ida bize kucak açtı. samanyolu tepemizde göktaşları kayıyor. unutmuyoruz alışkanlıkla heyecan içinde dilek tutmayı.ağzımızda "bak yıldız kaydı" mırıltısı.

idadayız ya her dilek tutar geleceğe dair... ya geçmişte tuttuklarımız? paganız hala bir işaret arar dururuz atalarımızın beklediği gibi doğadan...

bir gezegen gökte. hangisi merakla bakınmak. venüs? gittikçe yükseliyor gökte izliyorum. milyonlarcadan milyarlarcadan biri tıpkı insanoğlu gibi. ama "o" koskoca gökyüzünde tek. sanki bir tek o var. bizde öyle değil miyiz? sadece kendi "ben"imiz, bencilce kendimiz kendi isteklerimiz değil miyiz?

lesbos'un ışıkları. gün boyu çalan yunan radyosu.

"sessizliğin içinde sessiz olmak"... bir bağırsam nefesim yankılansa ida'nın eteklerinde...

bir eski köy. dağ köyü. ufacık bir meydan. hala eskilerden kalma bir çay bahçesi. tahta iskemleler çocukluğumu hatırlatıyor. bugünlerde bazen sevinç bazen hüzünle andığım günleri.

köyün içinde bir otel. dağın yamacında tepeden egeyi izliyor sanki bir kartal yuvası. ida karanlık. tek bir ışık bile yok sadece karanlığın içinde olduğunu bildiğim uykuda zeytin ağaçları.

o kadar uzakki şehirden onun insanı insan olmaktan çıkaran ritminden. her an sakin, her an "an" gibi zamansız topraklarda.

zaman senin zamanındır... Kucağına sığındığın İda'nın ve senin...






23 Ağustos 2011

gece

serin alaşağı eden bir rüzgar adada rahat vermiyor...kafa hiç ayık değil simonla ben yine gecenin içinde sessizliğin bekçisiyiz. bir o bir de ben anlıyoruz geceden geçen duygulardan.
bu sefer sessiz gece ada uykuda taa ki sabahın gün ışımasına kadar. gün doğacak...

22 Ağustos 2011

benim cundam...

simon... ayaklarımın altında dolaşıyor. sabaha karşı yanımda bir can. hızlı hızlı nefes alıyor beni gördüğüne sevindi. geceyi bekliyor ve ona bir arkadaş geldi. verandada nereye gitsem peşimde. ben seni bırakmam edasıyla. harika bir ispanyol cocker. adını her fısıldadığımda yanımda... ayaklarımı kokluyor ona katılan dostu selamlar gibi...

bir anda...

adada heyacan. bir kadın feryadı."polis çağırın" cunda da hareket. neler oluyor? simon ile ben yarı belimize kadar verandanın camından sarkıyoruz. adada neler oluyor? ama ne heyecan gece yarısı.bir kadın bağırıyor anlamadık. ben yine bilgisayarımın başında o feryadın huzursuzluğunda... hayat devam ediyor. ne garip. evlerin ışıklarında aradığım "bu evde kim bilir neler oluyor, neler yaşanıyor" hissi şimdi sokakta yanıbaşımda ama anlamıyorum katılamıyorum o kargaşaya sadece bir seyirciyim ayaklarıma sürünen o sıcak hisle. simon yanımda... korkma diyor...



sabah erken saatte karıştım bu sabah cunda esnafına. saat 8... işlerine gelen adalılar. dükkanlarının kapısını açıyor günün turistlerini karşılamak için... her yerde bulabileceğimiz buzdolabı magnetleri, ıvır zıvır ama hepsinde geçim derdi....hızlı bir yürüyüş. dar sokak araları, adalılar halaa uyuyor. uyuyan sokakları sessizce ürkütmeden adımlıyorum... kargacık burgacık taş döşeli sokaklar. her köşe başında rum evlerinin silüetleri beliriyor sabah ışığının huzmeleri altında... gidenleri mi üzülsem yoksa yıllar önce mübadil gelen ve  adayı yurt bilenlere mi? hiç kimseye belki de hiç kimseye üzülmemeli...




sabah gazetelerinin açılmasını bekliyorum. bilirsiniz böyle yerlere gazete geç gelir. dikiliyorum bakkalın önünde... cumhuriyet, birgün ve radikal...pazar üçlemesi işte...bakkal inadıma şaşkın neden kalkmış bu kadın bu sabahın saatinde dercesine açıyor balyaları. ve işte gazetelerim koltuğumun altında verr elini taş kahve.

bu saatte turistler uyuyor sadece... ben ve adalılar ve benim gibi kendini adalı hissettmek isteyenler... ( ve simon yine yanımda gezmeye çıkmıştı karanlıkta. özledi herhalde sevilmeyi :) ... ) taş kahvede ilk çaylarını yudumluyorlar egenin esintisine karşı.

havada esinti... hafif bir iyot kokusu. güzel bir masaya yerleşiyorum ve sabahın ilk çayı. demli...

gazeteler hiç okunası değil ama karıştırmak güzel... alışkanlık...

benim cundam. uzakta yurdumun turistinden. ne güneşlenme derdi ne de güzel yemek. tek dert ruhu yakalamak sonuna kadar adanın ruhunu. yaşananları o güzelim taş evlerde. asırlık incir ve zeytin ağaçlarının gölgesinde yakalamak.

gün hızlıca geçti. deli rüzgar sersem etti. deli dersem inanın sanki silip süpürmek istedi bizi, kalabalığı.

sadece kalben aşık olanlar kalsın istedi. ve ben KALDIM...





11 Ağustos 2011

simon bolivar senfoni orkestrası ve İstanbul

geçtiğimiz akşam merakla beklediğim bir konserde aldım soluğu. Simon Bolivar Senfoni Orkestrası... Önemli bir sosyal proje Eli Sistema ve şimdi de dünyaya malolmuş müziği ile konuklarını ağırlıyor İstanbul'da.

Harika çocuk kıvamında bir şef Gustavo Dudamel. Genç kadınlar ve adamlar, kemanları, çelloları, arpları ve flütleri ile. Gittiğim gece repertuar harika... Bir gece öncenin Çaykovski'sinin ardından Ravel ve Stravinsky ağırlıklı bir tat. Yeni iki besteci tanıdım bir de Carlos Chavez ve Evencio Castellanos özellikle Evencio'nun Santa Cruz de Pacairigua Senfonik Suiti bu orkestranın yorumu ile beni başka dünyalara götürdü.

Öncesinde gün batımında Haliç'in ruhu sardı içimi, kıyıya vuran hafif dalgalar, güneşin yarın geri geleceğim diyerek gitmesi ve yerini gölgeli bir alacakaranlığa bırakması... Karşı kıyıda nefes alan hayata öylece bakan ölüler...

Ve konser başladı!

Bembeyaz Türkler oturmuş sisteme dünyanın sistemine kendilerini "beyaz türk" yapan sisteme başkaldıran bir ülkenin muhteşem çocuklarını izliyorlardı. Hemde üzerine para verip!?

Belki de "güven, sevgi, emekle" yaratılmış bu sistem; güven,emek ve sevgi nedir bilmeyen belki de kaybetmiş insanları bu kadar kendine çekiyordu kim bilir?

Müzik sizi düşten düşe, dünyadan dünyaya geçirirken; birazdan kapıdan çıkıp içine karışacağınız dünyaya sadece bu müzik eşliğinde kafa tutabileceğinizi hissettirdi belki de.


Evencio Castellanos

Santa Cruz de Pacairigua

D-Ö-N-Ü-Ş-Ü-M

uzun yıllardır birden dönüşen insanlar izledim... hep ilginç gelmiştir, küçük kasabalardan çıkan büyük kentlerde kendilerini bulduğunu san...