30 Nisan 2011

küçük beyaz yalanlar/Les petits mouchoirs



zarfa dokunmaya korktum. en son o dokunmuştu. bana verdiği son şeydi.almakta tereddüt etmiştim.ama aldım. ondan gelen herşeyi kabul ettiğim gibi bunu da ettim.

küçük beyaz yalanlar...

bir dostluk hikayesi. sımsıkı bağlı ve bir o kadar da uzak dostluklar. kendi dünyalarının ağırlığını birbirilerine yaslanarak hafifletmeye çalışan bir grup insan. kırgınlıkları, sevinçleri,acıları ve yalnızlıkları ile.

önce hayalini kurduğum hatta sahip oluo kaybettiğim bir bağ. dostlarımız ile kendi hayatımızı içine alan paylaşımlar. kendi evimizde dostlarımız misafir. hep hayalini kurmamış mıydım? kısa sürdü.

hayalini bu kadar derin kurduğun herşey gibi bir anda yok oldu.

film beni insanların çaresizliklerine götürdü. yapmak istedikleri ama başaramadıkları. başarmak için çabaya cesaret edemedikleri şeylere.

herkesin kendi yolu vardır hayatta ben kendi yolumu inatla çizmeye çalışanlardandım. ama başaramadım. başarmak mı istemedim?





28 Nisan 2011

kaybedenler kulübü

kaybedenler kulübü. bilgisayarımın şarjı bitiyordu ödüm koptu bu moddan kopacağım ve yazamayacağım kelimelerimi diye. neyse korku yok.

nihayet beşiktaş kopyacıları sayesinde bu gece seyirin parçası oldum.
keşke dedim keşke hala konuşsalar mikrofonun diğer ucunda şehre ve ruhlarımıza...

adamlar tutunamayan tutunmak istemeyen tutunmayı adam olmak görmeyen koca adamlar. içime dokundu her kelime an be an.

kaybetmek ne? neyi kaybedersek  bu hayatta geri getirmek için ne çok kan ve ter döksekte olmaz işe yaramaz. hemen aklıma gelen buydu. cevabım sadece benim için geçerli her birinizin başka cevapları var kendinize ait satın aldığınız daha şimdiden hayatlarınızda. benimki sevgi. benimki bedenimin bir parçası gibi onunla varolmayı seçtiğim adam. gitti.

içimde gitti. geri gelmeyecek kan ve ter döksemde geri gelmeyecek olan bu işte.

film benden bir parçayı taşıyordu biliyorum aslında hepimizden bir parça taşıyor gizli saklı kendimize bile itiraf edemesek. kenarda bucakta kalmış kırıntılarda olsa taşıyor işte inkara ne gerek.

en çok rutin yani rutinin olmazsa  durumu... sevdiğimiz insanlarla rutinler yaratmak insana özgü ama bu rutinin dişlileri arasında ezilenler kaybedilenler. onlar ne olacak.
en kötüsü de sen dişliler arasında ezilenin farkında değilsen ve bir anda bu gün ışında çırılçıplak karşına çıkartılırsa ne olacak? oldu...

hepimiz yalnızız. keşke bunun hep farkında olsak. insan olmanın doğası galiba en çabuk unuttuğumuz ve hatırladığımızda bize en çok acı veren duygu galiba yalnızlık. ama diğer bir taraftan bakarsan ya yalnız olmayı kendimiz yaratıyorsak zorla. ve bu bizi mutlu etmiyorsa o zaman neden hayatlarımızı yıkıp kendimizi o yalnızlığa kendi ellerimizle iteriz. nedir kendimizden istediğimiz? özgürlük mü? başka hayatlar mı tanımak istediğimiz? ya sonunda istemediğimiz noktada bu sefer seçtiğimiz yalnızlık kendi kapanımız olursa? neyse seçimler insana özgü insanız değil mi hala?

kaybedenler kulübünü seyredin... hatta dinleyin en iyisi... hepimize dair bir parça taşıyor satır aralarında...

sisli bir sabah

derin bir nefesle sisli bir sabaha uyandım. saat 6:30 sonra 7:30. ne olduysa o arada oldu.
camdan dışarıda uyanan yeni bir hayat yeni bir sabaha. sonra işte o bir saatlik uyku denemesi. rüyada ağlar mı insan katıla katıla. ben ağladım. ağlamaktan nefes alamadığım için uyandım o bir saatlik uykudan. insan rüyasında ağlamaktan nefessiz kalıp uyanır mı? uyanırmış, öğrendim.
neler öğreniyorum. ben bunları öğrenmek istemiyorum ki. öldürmeyen acı güçlendirirmiş. böyle bir söylem vardır. inanmak ne güç. sağlamasını yapıyorum bu söylemin. bakalım kim haklı çıkacak bu işten.

evden çıktım. tanımadığım bir sokak. kuşlar ötmeye başlamış akşamki o çılgın yağmurdan sonra. güneşi bekliyorlar ama nafile. beklemesinler gelmeyecek. gelemeyecek.

sis... karşı ağaçları kaplayan.... hafif bir yağmur serinliği... yüzümde sonra bedenimde...

bir sigara nefesi... uyan artık diyor... uyan...

27 Nisan 2011

yazsam ne olur diyorum her şeyi buraya adım adım yazsam. kendim okusam dursam sadece ama beynim düşünmekten dursun diye yazsam.
sana günlük diyemem blog sadece bir sayfasın o garip algılayamadığım uzamda. sadece bana bir yer açtın ve ben klavyenin tuşlarına hırsla bastıra bastıra yazıyorum işte.
işteyim şu anda çalışmam lazım ama beynim sadece şu anda düşünmemeye sadece aklımdan geçen kelimeleri buraya bir ipe dizilmiş boncuklar gibi sıralamaya yetiyor. çirkin kırmızı küçük yamru yumru boncuklar.
yamru yumru çünkü hayata tek bakışım bu şu anda. gözüm her şeyi yamru yumru görüyor. akıl süzgecim çarpıldı. kalbim ise onu boşver en boktan durumda olan o.
akıl mı aklı ne yapayım ben bu durumda ne işe yarayacak ki? dün bir kitap aldım yky levi strauss. etnolog. kitapta harika fotoğraflar. tek görmek istemediğim adam sartre var bir onun gözünün içine bakamadım aralarında. aslında en çokta ona bakmak istedim gözümü kırpmadan. ne salakça ölü bir adama kızıyorum yaşayanı varken az uzakta. bana bunları yaşatanı.
yeter yazmaktan da bunaldım. bulantı mı bunaltı mı? sen seç!!!!

yas

yasını tut, ağla geberene kadar ağla, burnun silmekten yara olsun dedi doktorum. yasını tut yoksa gelip bir gün öcünü alır senden. bu kadar mı?

another year

yalnızlıkla dolu bir öykü
galiba tam zamanında hiçte işime yaramayacak bir film seçmişim izlemek için

mutlu ve tüm varoluşlarını birlikte tanımlayan yaşlıca bir çiftin etrafında örülü bir hikaye
çevrelerinde aşkı yakalamış ama kaybetmiş histerik adamlar ve kadınlar

korktum o adamlar ve kadınlar gibi olmaktan
acıları ve histerileri ve hikayeleri öyle derindi ki... halbuki benimki yeni başladı hem de öyle tazeki

filmin her saniyesi içimi daha da acıttı. sanki hiç iyileşemeyeckmişim gibi içim daraldı. sanki o mesajı kafama vura vura anlattı her kare her an her cümle

böyle mi hayat bu kadar acımasız mı insana karşı

ben acımasızlığı en yakınımda beni sevdiğini sandığım bir adam tarafından zorla tattım.

keşke seyretmeseydim dedim defalarca ama elim gitmedi o lanet stop tuşuna... gerçekle yüzleşti yalnız kadın


26 Nisan 2011

End

What we call the beginning is often the end.
And to make an end is to make a beginning.
The end is where we start from.
– T.S. Eliot

Devamı: http://www.futuristika.org/kultura/edebiyat/t-s-eliot-valerie/#ixzz1KbaVtl9U
Under Creative Commons License: Attribution Non-Commercial No Derivatives

sabah yine sabah

karışık, karmakarışık bir hayat
bilmedim ki hiç düzen nasıl sağlanır çünkü gerek yoktu çünkü bir yoldaşım vardı hayatı düzene koymama gerek bırakmayacak.
şimdi şaşkınca hayatın akışına tutunmaya çalışıyorum.
geceleri yalnızlık, koyu kopkoyu bir yalnızlık
içimi daraltan, ağlamaktan bile alıkoyan. ağlamaya başlayınca sanki hiç duramayacakmışım korkusu
ilişkimize  güvenmedin diyen adamın telefondaki sesi oysa ki bir süre önce tutkuyla koştuğu bir kadın var. hala var ve hep olacak
ben sevgimi sınırsız yaşadım, yaşıyorum ve yaşayacağım.
yalnızlığımı da...

22 Nisan 2011

kırık kanatlar

" tutunacak dalın var benimse kanatlarım kırık, kırık kanatlar tekrar çıkar mı? uçabilir mi bu acıyan kadın tekrar?"

genç bir kız, heyecanlı umutlar içinde bir okul bahçesinde. buluyor aradığını seveceği adamı. adam güçlü emin kendinden mutlu ediyor küçük kızı hayatında olmadığı kadar. yaşam başlıyor her anı "var" eden.
yıllar geçiyor adam seviyor başka bir kadını, o kadının "yalnızlığını", hayatını merak ediyor. peşinde kadının sevgiyle, tutkuyla.

ve özgürlüğüne yazgılı adam yalnızlığına tutkun olduğu kadınla...

okul bahçesinde bırakıyor diğerini hiç tatmadığı yalnızlığa mahkum ederek...

19 Nisan 2011

bahar

yıllar önceydi
bir okul bahçesinde buluştu hayatlarımız
köhne ve gri binaların arasında kalbimin çarpışı hala aklımda
kokunun yarattığı sarhoşluk kalbimde
genç ve heyecanlıydık
14 yılı aç bir çocuğun sevdiği yemeğe koşuşu gibi geçirdik
kendi varoluşumuzu, hayatımızı "bizi" yarattık birlikte
hep birlikte
an geçirmeden ayrı

hayatın ne getireceğini bilemeden
"biz" vardık ya bir aradaydık ve yaslanmıştık ya birbirimize
hayat, zaman, dostluklar her şey ötemizdeydi
itip kakmadan acı vermeden yaşandı 14 yıl

bir mayıs ayında başlamıştı
bahar gelmişti
bahar kalbimdeydi, kalbimizdeydi hınzırca

şimdi ise sonbahar
yağmur yağıyor kalbime
dinmiyor acı
dinmeyecek biliyorum çünkü bu bahar yağmuru değil ki
baharın bitişi
bir müjde değil

artık bahar sadece bir mevsim
heyecanım değil...

mayıs 1997 - nisan 2011

14 Nisan 2011

acı

canım yandı bir daha hem de en kötü şekilde. yetmedi mi çekilen acılar, yüz yüze gelinen gerçekler ve yalanlar. yetmedi. hala inanmayı sürdürdüm sevgim için ama yetmiyor yetmedi. bitti.
giderken öğrendim gideceğini ne bir haber ne de bir işaret. sadece bitik bir gidiş.
sarılırken sabah düzeleceğine dair hala yalanlar sıralarken bile inandım ben.
ama artık bitti. sonsuza kadar. acı çekmek ağır geliyor artık bedenime ve ruhuma

12 Nisan 2011

Cin Ayşe

Harika bir dergi keşfettim "Cin Ayşe". Tüm Cin Ali'lere inat direnmeyi ve yazmayı sürdüren kendi hayatına sahip çıkan kadınları hissettirdi bana. Hem de harika konusu olan bir sayı eşliğinde oldu bu keşif. "Beat Kuşağı Kadınları". Son dönemde bu kadar sarmamdan mıdır nedir bu kuşağa ve yazdıklarına aralarında hiç "yazar" kimliği ile bulunmayan kadınlara merakım iyice artmıştı. Pandora'da rafta kapaktaki başlığı görünce elimi uzatıp dergiye neredeyse saldırdım. Kerouaclar, Burroughs'lar artık erkek değil dişiler :) hepsinin soyadlarının gölgesinde kaldıkları erkeklerden silkinmesi ve hayatlarını nasıl kurdukları nasıl kendi olduklarının küçük iz düşümlerini bulacaksınız bu dergide... bir sonraki sayıyı hevesle bekliyorum. yaşasın cin ayşe gibi dergiler

blogda var tabii... http://cinayse.blogspot.com/

cin ayşe

D-Ö-N-Ü-Ş-Ü-M

uzun yıllardır birden dönüşen insanlar izledim... hep ilginç gelmiştir, küçük kasabalardan çıkan büyük kentlerde kendilerini bulduğunu san...