16 Temmuz 2012



" yaşam
        hayat
                nefes almak..."

günün yeniden doğması, yüzüne vuran sabah serinliği

    YAŞAM... yaşamaya değen...

1 Mayıs 2012

yazgı


"serseri gibi rüzgar
bir o yana bir bu yana savuruyor
düşüncelerim rüzgara yazgılı
yazgıdan da öte...
bir o yana bir bu yana


ya rüzgar dindiğinde...


diner mi?"




fotoğraf: http://melisaki.tumblr.com/post/5064641226/in-wind-photo-by-kourosh-adim-1996

29 Nisan 2012

şerefe


"I ACCEPT lostness FOREVER..." J. Kerouac

kaybeden olmayı kabullenmek

kaybeden olmamak için ne kadar çok çaba sarf ediyoruz aslında
ya kaybeden olmayı kabul ettiğimiz AN...
kaybettiğimiz mi kıymetli yoksa kaybeden olmayı kabullenerek biz mi?

babayla balkonda kadehleri hafiften geleceğe tokuşturarak geçmişle hesaplaşmak...

bu kadar şanslı olmak

geçmişle hesaplaşabilecek kadar CESUR olmak

Cesaretin bedelini ödemek, bilmeyi; duymayı; görmeyi kabul ederek...

ya sonra?...




19 Nisan 2012

erguvan


özlemedim baharı ya da özledim, özlemeyi biliyor muyuz? bilmesek daha iyi...

erguvanları fark edince şehrime bahar geldiğini ayrımsadım

koca bir sene geçmiş;
kavuşmak için çimin kokusuna...
hafifçe ürperdiğimiz akşamların sessizliğini katık etmeye...
güneşin günden yorgun düşmesine uzun uzadıya...
kendimize bakmaya

erguvan rengi olsun bu bahar tıpkı Bizans'ın erguvana bürünmesi gibi... ruhum erguvan rengi açsın...

delice...

7 Mart 2012

bilmek


'gitmeyi bilmek ve gitmesine izin vermeyi öğrenmek...'

işte hayat bundan ibaret

29 Şubat 2012

modern insanın yalnızlığı mı Nuit #1 ?


bir film seyrettim ve hayatım değişti... hayır hayır! bunu demeyeceğim; arabalara ya da markalara özgürlük, yaşam, amaç yükleyen kapitalist reklam filmi yazarı değilim...

ama bir film seyrettim ve etkilendim. zaten bunun için değil mi karanlık salonlarda kocaman perdenin karşısında anı unutmaya çalışmak...

bir kadın, bir erkek... birbirlerini, bedenlerini, kısıtlarını, hayatlarını, seslerini, isimlerini bilmeyen... tanımayan...

bedensel arzular, sonra gidememe... birbirlerinden gidememe, yaşanan hayatın yalnızlığına karşı zorunlu bir yanyana duruş...



anlamaya çalışmak ve sonra birbirine yaslanma.

bir kadının erkek gibi gidebilmesine öfkelenme... bir erkeğin arkasından koşmamasına içerleme...

yeniden aynı koltuğa aynı eve dönüş... uzayan ve güne kavuşan gece

yalnızlığımıza öfke, yaslanmak isteme bir başkasına, acımızı azaltmak için 





18 Şubat 2012

teklik ve kadınlık durumu

geçen gün bir arkadaşım bir yazı gönderdi, can dündar aşkı ve aşkın içinde bile insanın bulması gereken temelin kendi tekliği olduğunu vurguluyordu. mailin üzerinden mailin gönderildiği; günümüzün beyaz yakalı, ekonomik özgürlüğü olan, hayatlarına ve yataklarına alacakları erkekleri aynı bir erkek gibi seçen kadınları teklikleri ile onur duyan kutlama cevapları yazdılar.

oysa satırlarda tek gördüğüm şey,  aslında tek değil mecazen çift olmak istedikleriydi. güvenmek, sevmek, sevilmek... mutlu cümlelerin altından fışkıran duygu buydu.

günümüzün mutsuz ama mutlu maskesi ile dolaşan kadınları. verdiğimiz sevgiyi zamanında hazmedemeyen karşı cins tarafından maskelendirilmiş kadınları...

her birimiz buyuz...

oysa ilişkinin içinde tek olmayı becermeye çalışmak önemli olan, yalnız bırakıldığında tek olmayı öğrenme değil. ders alıyor muyuz? kim bilir...


15 Şubat 2012

çığlığım

çay kupasından çıkan duman, dumana karışan sıcak bir koku, sımsıcak
gürültünün içindeyim
masalarından birbirine birşeyler söyleyen insanlar
kalabalığın içindeki yalnızlık
anın boşluğunda gezinmek
insanları izlemek
günlük boş çırpınışlarını
dışarıda kar
içimde boşluk
insanlar
kısa,uzun,hüzünlü,güzel,korku dolu,huzurlu...
klavyede beni bekleyen ellerim, beni ve iç sesimi
kocaman bir çığlık atsam dünyaya karşı
kocaman deli bir kadının çığlığı...

9 Şubat 2012

uykudan önce


artık müzik çalıyor baş ucumda
nihayet uykuya giden saniyeler melodilerin içinde
geçmişte kalmış günlerde defalarca sahip olmaya çalıştığım şeye şimdi sahibim

uyurken müzik dinlemek seslerin ahenginde

anıların canlanması...
kimi zaman hatırlamak istenmeyenler
kimi zaman ise dudağın kenarında kalmış yarım bir gülümseme...
son melodiyi dinleyebilmek için göz kapaklarınla savaşmak

dışarıda köpekler havlıyor

soğuk...



6 Şubat 2012

sesler


"yazacak hali olmamak
derin bir eylemsizlik...
çok derin
iç sesim...
hızlıca soluyor
ihanet... kendime"



30 Ocak 2012

üşümek

yerler cam gibi, rüzgar içime işliyor ama direniyorum
karda yürümeye çalışmak...böyle durumlarda sanki yaşamımdaki tüm zorlukların yürüyüşümü başarıyla tamamlayışımla yok olacağına inanıyorum. ne garip tıpkı tüm insanların düşündüğü gibi belki de.
yalnızım o sokakta karın altında, adımlarım arkamdan beni takip ediyor, hızlıca düşen kar tanelerine direnebildikleri kadar, ömürleri o kadar işte
üşümek... hiç sevmedim üşüdükçe kendi uzuvlarını daha bir hissedersin üşüyen kolun, bacağın sana acı bir merhaba der. ama hangisi kötü biliyorum ruhun mu yoksa bedenin mi üşümesi... bir battaniye güz renklerinde...üşümemizi durduracak ama ya ruhumuzunkini?





21 Ocak 2012




"yağmur çiseliyor
korkarak
yavaş sesle


bir ihanet konuşması gibi..."










(alıntı:NHR)

17 Ocak 2012

kar taneleri



yüzünü hafiften acıtır ama onun acısı artar senin sıcağında
erir gider...
sokak lambalarının gün batımını andıran harelerinde uçuşuyor sanki havadan daha hafif
kar taneleri...

bardağından çıkan buhar camda sanki onu başka şekillere dönüştürmeni bekler gibi
kalp mi çizeceksin yoksa avucunun yanıyla bebek ayakları mı? 
hangisi hayalin
hiçbiri dediğini duyar gibiyim

karda yürümek, yüzüne çarpan taneler
her yere düşen ya eriyecek ya da yarın buz olacak

hangisi olmak gerek?

eriyip başka tanelere karışmak...








fotoğraf:mackenziegracedonaldson.tumblr.com

15 Ocak 2012

suretler gibi

sigaranın dumanı salınıyor zaman zaman havada asılı
bulutlara bakıp içinden suretler çıkarırız ya
duman ince...suretler gibi asılı
bana mı bakıyor suretler, unuttuklarım
televizyon fonda... evde ses olmasını isteriz ya işte sadece ses
konuşmalar derinden, anlamsız
hiç anlamlı oldu mu?

13 Ocak 2012

nefes

13 ocak hem de cuma, hem 13 hem cuma... yazmalıyım özellikle de bugün. uğura ya da uğursuzluğa inanmayanlardanım hele de yaşamın getirdiklerinin neler olabileceğini öğrendikten sonra

günlerdir ıslak hava ıslaktan da ıslak hani her damla süpürüp götürecek gibi sanki herşeyi, hepimizi

beton rengi gökyüzü sanki yanımda yükselen 27 katlı demir yığını bina yetmez gibi...

insanlar neden göğü delen binalar inşa eder, nereye yükselmek isterler, yetmez mi yeşilin içinde kalmak.

başka hapishaneler inşa etmek hem de içinde yaşamak için. nefes alınır mı o kulelerde

saçımı uzatabilir miyim rapunzel gibi biri kurtarsın beni diye o demir yığınından içinde olsam? kim kurtaracak, kurtaran kendini kurtarabilir mi? kurtarabilmiş mi?

gökyüzü gri, beton gibi civa gibi... ağır... nefes almaya vakit var mı?

gitmek bazen çok uzaklara gitmek dönüp bakmamak sadece kendine bakmak bencil olmak... bencil kalabilmek


"take another walk out of your fake world..."



D-Ö-N-Ü-Ş-Ü-M

uzun yıllardır birden dönüşen insanlar izledim... hep ilginç gelmiştir, küçük kasabalardan çıkan büyük kentlerde kendilerini bulduğunu san...