kızgınım, çok hem de... sabah gelirken dinlediğim habere bak! devlet hazine arazilerini şirketlere bedelsiz verecek, şirketler buraya okul yapacak ve devlet bu okulları kiralayarak şirketlere kira ödeyecek... bu da yetmezmiş gibi şirketler okulların kantin vs. gibi alanlarını da işletecekler. yani kira yetmiyor hem de 49 yıllığına kira. ne güzel keşke benimde bir şirketim olsa bu arazilerden alsam derme çatma bir bina yapsam ve devlet 49 yıllığına kiracım olsa!!! zaten başkaca bir işe de gerek kalmaz. hatta kantinde de tostları ben yaparım... değme keyfime...
eğitim sistemi zaten son yapılan değişikliklerle laik ve Atatürkçü öğrenciler yetiştirme misyonunu "resmen" bıraktı şimdi de özel işletmelerin kiracısı "okullar" atanamayan öğretmenler ile genç nesilleri yetiştirecek.
gerçeklerden, toplumsal olaylardan, siyasetten uzak; hayatlarını aldıkları ayakkabı ya da çanta markasına endeksleyen, arkadaşlarını toplumsal statüye göre seçen, Holywood filmleri ile beyinleri bilgiden çok kavga, şiddet ile pompalanan, markalara aç bir nesil zaten ancak bu şartlar altında daha da güzel yetişir.
yaşasın yeni "Milli Eğitim" sistemimiz !!!
28 Eylül 2011
26 Eylül 2011
doğa ve insan
doğayla ne kadar yabancılaşmışız... ben ki evinde türlü çeşit çiçek bitki büyüten, balkonu seraya çeviren biri hissetti bunu...
hafta sonunu bir kır evinde geçirdim. kırmızı domatesler ve yeşil biberler ülkesinde. etrafta araba kornaları ve hatta arabaların bile olmadığı dünyanın en sessiz köşesinde. aklıma ilk gelen "ve İnsan otomobili yarattı" oldu. böyle bir sessizlik dünyasına girince ilk fark ettiğimiz olmayan araba kornalarıydı. ne kadar yabancıydı bu sessizlik oysa ne kadar insana özgüydü. bizi çaresizce dev binaların, gürültünün, AVM'lerin, tüketmenin çılgınlığına mahkum eden kapitalizm en insan özelliğimizi de çalmıştı; doğayla yaşama, uyum sağlama, savaşma ve hayatta kalma...
yeşilin içine gömülen ve toprağı hisseden tabanlarım önce irkildi sonra da bunun keyfini çıkarttı. hele sırt üstü çimenlerin üzerinde uzandığında eylül güneşinin yüzünde gezinmesi...
küçük bir çocuk vardı, onu izlerken anladım ki biz büyürken bir yerlerde bir kapı arkasında bırakıyoruz çimene basmayı, köpeklerle rüzgara doğru koşmayı, dalından koparttığımız biberi yıkamadan yemeyi... büyürken adam olurken!
ve gece; Jüpiter uzunca bir süredir tahtını koruyor gökyüzünde... etrafında yüzlerce,insan gözünün yetebildiğince, gördüğümüz diğerleri...düşüm şu; binlerce yıldır aynı gökyüzüne baktığımız insanlar, onlardan ne öğrendik? cevabı o kadar acı ki: hiçbir şey...
ama birde ateş yakmayı öğrenmişiz :) çevresinde geceye gecenin sessizliğine sığındım... çıtırdayan odunlar ve mis gibi bir koku... tek gerçek buydu...
hafta sonunu bir kır evinde geçirdim. kırmızı domatesler ve yeşil biberler ülkesinde. etrafta araba kornaları ve hatta arabaların bile olmadığı dünyanın en sessiz köşesinde. aklıma ilk gelen "ve İnsan otomobili yarattı" oldu. böyle bir sessizlik dünyasına girince ilk fark ettiğimiz olmayan araba kornalarıydı. ne kadar yabancıydı bu sessizlik oysa ne kadar insana özgüydü. bizi çaresizce dev binaların, gürültünün, AVM'lerin, tüketmenin çılgınlığına mahkum eden kapitalizm en insan özelliğimizi de çalmıştı; doğayla yaşama, uyum sağlama, savaşma ve hayatta kalma...
yeşilin içine gömülen ve toprağı hisseden tabanlarım önce irkildi sonra da bunun keyfini çıkarttı. hele sırt üstü çimenlerin üzerinde uzandığında eylül güneşinin yüzünde gezinmesi...
küçük bir çocuk vardı, onu izlerken anladım ki biz büyürken bir yerlerde bir kapı arkasında bırakıyoruz çimene basmayı, köpeklerle rüzgara doğru koşmayı, dalından koparttığımız biberi yıkamadan yemeyi... büyürken adam olurken!
ve gece; Jüpiter uzunca bir süredir tahtını koruyor gökyüzünde... etrafında yüzlerce,insan gözünün yetebildiğince, gördüğümüz diğerleri...düşüm şu; binlerce yıldır aynı gökyüzüne baktığımız insanlar, onlardan ne öğrendik? cevabı o kadar acı ki: hiçbir şey...
ama birde ateş yakmayı öğrenmişiz :) çevresinde geceye gecenin sessizliğine sığındım... çıtırdayan odunlar ve mis gibi bir koku... tek gerçek buydu...
22 Eylül 2011
kış geliyor
yağmur ıslatmaya başladı İstanbul'u. artık yaz yağmuru değil düşen damlalar. sararan yapraklar kış habercisi. uzun bir İstanbul kışının. gri gökyüzü... sadece huzur veriyor garip bir dinginlik. güneşi durdurabilecek kadar güçlü bir civa rengi.
boğaz, deniz ne güzeldir şimdi.
...griliği sevdiği gibi sarmalamış dingince uzanıyordur milyonlarca yıllık yatağında...
boğaz, deniz ne güzeldir şimdi.
...griliği sevdiği gibi sarmalamış dingince uzanıyordur milyonlarca yıllık yatağında...
20 Eylül 2011
16 Eylül 2011
Tempori servire
"bir çınar yaprağı
önce dalında küçük bir filiz
sonra olgunlaşan gövdeye sarılan yemyeşil fütursuzluk
şimdi ise toprağın üzerinde kıvrılmış poz verirken olgunluğuyla
ben her "anı" yaşadım hepsinin keyfini çıkardım diye fısıldıyor kulağıma..."
12 Eylül 2011
tükenmek ve günümüz "ben"i
bıktım bu "ben" dilinden. yeni "ben"den.midem bulanıyor ama o kadar çok bulanıyor ki kusamıyorum bile...
reklamlardan ve bize binlerce kez pompalanan yeni benlik kurgusundan bahsediyorum. farklı ol sen başkaları gibi değilsin başarabilirsin ve işte o zaman güçlü olursun "sen" olursun.
bu kadar kolay mı? kim inanıyor. bu pompalanan sözcükler mi "yeni" insanı şekillendiriyor?
farklı olmak. kime göre neye göre?
günümüz insanı meşhur gelişmiş benlik algısı ile doymuyor.
ne aldıkları, ne yaşamı, ne sahip oldukları, ne seks ne de ilişkileri. hiçbiri yetmiyor ona...
her zaman daha fazla ve daha farklısı... tüketiyor sanki hep daha iyisini bulabilecek gibi. ama bir gün insanoğlu anlayacak.... "bizde aynı üzerinde yaşadığımız dünya gibiyiz"
kaynaklarımızı tüketiyoruz ve tükettiklerimiz geri gelmiyor. kaz dağlarında siyanürle altın aramanın verdiği zararı bizde doyumsuzluğumuz ile kendi benimize ve hayatımıza veriyoruz.
ve her ikisi de tükeniyor ve geri kazanılamıyor.
reklamlardan ve bize binlerce kez pompalanan yeni benlik kurgusundan bahsediyorum. farklı ol sen başkaları gibi değilsin başarabilirsin ve işte o zaman güçlü olursun "sen" olursun.
bu kadar kolay mı? kim inanıyor. bu pompalanan sözcükler mi "yeni" insanı şekillendiriyor?
farklı olmak. kime göre neye göre?
günümüz insanı meşhur gelişmiş benlik algısı ile doymuyor.
ne aldıkları, ne yaşamı, ne sahip oldukları, ne seks ne de ilişkileri. hiçbiri yetmiyor ona...
her zaman daha fazla ve daha farklısı... tüketiyor sanki hep daha iyisini bulabilecek gibi. ama bir gün insanoğlu anlayacak.... "bizde aynı üzerinde yaşadığımız dünya gibiyiz"
kaynaklarımızı tüketiyoruz ve tükettiklerimiz geri gelmiyor. kaz dağlarında siyanürle altın aramanın verdiği zararı bizde doyumsuzluğumuz ile kendi benimize ve hayatımıza veriyoruz.
ve her ikisi de tükeniyor ve geri kazanılamıyor.
10 Eylül 2011
Le bien et Le mal
iyi ve kötü...
hangimiz biliyoruz ya da bilebiliriz neyin iyi neyin kötü ya da kimin iyi kimin kötü olduğunu?
1 Eylül 2011
bir tını
melisa kokusu gecenin içine derinden gelen bir piyano ezgisi gibi inişli çıkışlı yayılıyor. ruhumu bambaşka yerlere taşımak için...
ve kulağımda...
ve kulağımda...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
D-Ö-N-Ü-Ş-Ü-M
uzun yıllardır birden dönüşen insanlar izledim... hep ilginç gelmiştir, küçük kasabalardan çıkan büyük kentlerde kendilerini bulduğunu san...
-
bazen ne diyeceğinizi bilemezsiniz ama yine de dokunmak istersiniz tuşlara, anlamsız kelimeler dökülür parmak uçlarınızdan...başkalarına yok...
-
tavandaki ampülün tavana tutunan kısmı yamuk öylece sırıtıyor. aydınlatıyor ama, yani bir anlamda işini görüyor.ondan beklenen kadar. biz de...
-
"Ayaklarıyla ezip fıçıya mı bastılar seni Nefti kasnaklı bir fıçıya Aldırma, kara üzüm! Sen, o Kırmızı Şarabına doğru İçten içe ...