yağmurlu pazar sabahında yollara düştüm erkenden, amaç festival kalabalığına katılmak.
üç film üstüste...
yürürken aklımda nedense "bir zamanlar anadolu" ve etrafımdaki Bilge Ceylan filmlerini sevmeyen "çoğunluk"...
birden dolmuş beklerken gözgöze geldik. delice yağan yağmurun altında.
suyun içinde yuvarlanan, duran, suyun hızı ile yine yuvarlanan bir kestane... ve yine o an filmde suyun içinde yuvarlanan elma gözümün önünde.
"anı" yaşadım... birden dünya durdu, sessizlik sadece suda yuvarlanan o kestane ve ben vardık. sadece bizim için yaratılmıştı o an...
işte bu an'ları... yaşamın biraz duraksadığı ve uzamın içinde yaşanan o teklik duygusunu seviyorum onun filmlerinde. sanki gerçek hayat, bunu söylediğimde insanlar "gerçeğini zaten yaşıyoruz, aynını görmeye ne gerek, film seyredeceksem yaşadığım hayatın hızında olmamalı" diyor.
ama o "anı" bir yaşayabilseler.
ben ve suda yuvarlanan kestane...
suyun hızı ile yuvarlanan "o"; yaşamın, seçimlerin, duyguların "hızı" ile yuvarlanan "ben". ironik ama bir o kadar da gerçek...
10 Ekim 2011
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
D-Ö-N-Ü-Ş-Ü-M
uzun yıllardır birden dönüşen insanlar izledim... hep ilginç gelmiştir, küçük kasabalardan çıkan büyük kentlerde kendilerini bulduğunu san...
-
bazen ne diyeceğinizi bilemezsiniz ama yine de dokunmak istersiniz tuşlara, anlamsız kelimeler dökülür parmak uçlarınızdan...başkalarına yok...
-
tavandaki ampülün tavana tutunan kısmı yamuk öylece sırıtıyor. aydınlatıyor ama, yani bir anlamda işini görüyor.ondan beklenen kadar. biz de...
-
"Ayaklarıyla ezip fıçıya mı bastılar seni Nefti kasnaklı bir fıçıya Aldırma, kara üzüm! Sen, o Kırmızı Şarabına doğru İçten içe ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder