24 Ağustos 2011

İDA

ida...fısıldıyor...gecenin içinden

egenin hafif esintisi geliyor yunan ellerinden. denizin taşıdığı iyot kokusu burnumda ida'da. zeus'un sırtında europayı taşıyıp bıraktığı topraklardayım. gece fısıldıyor. kadim topraklar.yaşanmışlıklar ida'nın içine sinmiş. ne siyanür ne de toprak kazıcılar çıkartabilir bu ruhu. sadece insan anlar onun fısıldadıklarından.




cundayı arkada bıraktık ve ida bize kucak açtı. samanyolu tepemizde göktaşları kayıyor. unutmuyoruz alışkanlıkla heyecan içinde dilek tutmayı.ağzımızda "bak yıldız kaydı" mırıltısı.

idadayız ya her dilek tutar geleceğe dair... ya geçmişte tuttuklarımız? paganız hala bir işaret arar dururuz atalarımızın beklediği gibi doğadan...

bir gezegen gökte. hangisi merakla bakınmak. venüs? gittikçe yükseliyor gökte izliyorum. milyonlarcadan milyarlarcadan biri tıpkı insanoğlu gibi. ama "o" koskoca gökyüzünde tek. sanki bir tek o var. bizde öyle değil miyiz? sadece kendi "ben"imiz, bencilce kendimiz kendi isteklerimiz değil miyiz?

lesbos'un ışıkları. gün boyu çalan yunan radyosu.

"sessizliğin içinde sessiz olmak"... bir bağırsam nefesim yankılansa ida'nın eteklerinde...

bir eski köy. dağ köyü. ufacık bir meydan. hala eskilerden kalma bir çay bahçesi. tahta iskemleler çocukluğumu hatırlatıyor. bugünlerde bazen sevinç bazen hüzünle andığım günleri.

köyün içinde bir otel. dağın yamacında tepeden egeyi izliyor sanki bir kartal yuvası. ida karanlık. tek bir ışık bile yok sadece karanlığın içinde olduğunu bildiğim uykuda zeytin ağaçları.

o kadar uzakki şehirden onun insanı insan olmaktan çıkaran ritminden. her an sakin, her an "an" gibi zamansız topraklarda.

zaman senin zamanındır... Kucağına sığındığın İda'nın ve senin...






Hiç yorum yok:

D-Ö-N-Ü-Ş-Ü-M

uzun yıllardır birden dönüşen insanlar izledim... hep ilginç gelmiştir, küçük kasabalardan çıkan büyük kentlerde kendilerini bulduğunu san...